Translate

17 Aralık 2016 Cumartesi

Vivaldi üzerine..

Hiçbir zaman en sevdiğim diyebileceğim bi' şarkı, kitap, film ya da ne bileyim bir obje olmadı. Ama renk oldu mesela. Mavi ve siyahın verdiği huzuru turuncu veremedi ya da hiçbiri koyu lacivert ve bordo kadar mutlu etmedi. Hatırlıyorum da çocukluğumda resim yaparken hep koyu tonları kullanmam annemi rahatsız etmiş, psikolog tarafından fazla introvert bulunmuş, bi' süre koyu tonlardaki Monami'lerimle öylece bakışmıştık. Öyle ki en sevdiğim mevsim de var diyebiliyorum; 'kış'. Yaz çocuğu olduğumdan herhalde, soğuğa, kara, kışa oldukça sempatim var. Üşümenin beni zinde tuttuğunu düşünüyorum. Sıcak çekilmiyor, yaz kötü. Fakat konumuz bu değil. Konumuz, Vivaldi. Kendisiyle olan geçmişimiz anne karnına dayanır. Müziğine ilk tepkilerimi verdiğim bana anlatılanlar arasında. Sonraki süreçte hayatıma hep dahil olmuş, bir yerlerden karşıma çıkmış, belki de bugünkü ritm duygumu, müziğe olan ilgimi oluşturmuş, nerede duysam bana evimi, çocukluğumu hatırlatmış.
Salçası koyulmadan önce kavrulmuş soğan kokusunu çok severim. Bana ev sıcaklığını, ailemi, anne yemeklerini hatırlatır. Vivaldi'nin eserlerindeki her nota, anahtar, diyez, bemol ya da natural ise evdeki müzik setinden çıkan o koku gibi. Duyduğumda bi' süre o an'dan uzaklaşıyorum, mutlu oluyorum.
Bundan 12 sene önce parmak/el yapımı piyanoya uygun bulduklarında üzülmüştüm. Bu keman çalamayacağım anlamına geliyordu ve hiçbir zaman Vivaldi yorumlayamayacağım demekti. Ama olsun bizde de Chopin vardı. :) Sonrasında anladım ki sadece el yapım değil, bilek yapım da kemana uygun değildi ve bu bana obsesyon olarak geri döndü. İnsanların el yapılarını incelemeye başlamıştım. Vivaldi çalabilitesi olanlar ve olmayanlar.. Geçen sene yeni tanıştığım piyanist arkadaş parmaklarımı Vivaldi'ninkilere benzetince çocuklar gibi şendim.
Aslında hala en sevdiğim besteci Vivaldi diyemiyorum. Sanatta bir besteciye, esere, ressama, yazara, yönetmene, heykeltraşa ''en'' derecesini yakıştırmak diğerlerine haksızlıkmış gibi geliyor. Bir hafta Barok dinlerken diğer hafta Klasik Dönem'e geçiyorum. Günden güne, haftadan haftaya sanatı algılayışım, algılama isteğim değişiyor. Bi' gün Zweig okumaya karar verip kafamda kurguladığım Viyana'daki parka tekrar gitmek isterken başka bi' gün Moskova sokakları ilgimi çekebiliyor ya da ne bileyim içten içe konstrüktivist mimari mutlu ediyor. Tek bir noktaya saplanmayı, insanların tek bir esere, sanatçıya kanalize olmalarını toplumsal norm olarak algılıyorum. Kısacası değişkenliğin 'dengesizlik'miş gibi lanse edildiği dünyada, değişkenliği, sanatı algılamanın yolu olarak görüyorum. Konumuz hala bu değil. Konumuz, Vivaldi. En sevdiğim değil ama doğumumdan öncesi ve sonrası kattığı her şey için en özel.